
[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Oku”]
Alman filozof A.Schopenhauer yaşamı bu şekilde yorumlar. Haklı gerekçelerini de düşünce yoluyla yazıya; kültüre döker.
Hani bir deyim vardır ya; “Madalyonun iki yüzü var” diye. Aslında sanatçı bu işi çok daha farklı görüş açılarına taşıyabilir de…
Üzerinde nakış işlenen bir kumaş! İki yüzü vardır; ön ve arka. Nakış işlemenin zanaatkâr tarafı; emek, sabır, yaratıcılık yönüyle insanı sanata yaklaştırır. Büyük çoğunla yük gelen yaşam; yaşamlar niçin bu kadar bedbaht olur?
Bu soruya; düşünceye tam olarak gerçek bir cevap vermediğimiz, veremediğimiz için? Ekonomik, sosyolojik, coğrafik, etnik, psikolojik; bir sürü sebep bulabiliriz. Zayıf olan taraf kaybederken dengeye doğru ilerler; kazanan tarafı da beraberinde sürükleyen bir dönüşüm gibi.
Gelelim filozofun yaşama benzettiği nakışlı kumaşa. Yaşamlarımızın ilk yarısını kumaşın ön yüzüne, geriye kalan ikinci yarısının ise kumaşın arka yüzüne benzediğini anlatır filozof.
Kumaşın arka yüzünün ön yüzü gibi iyi olmadığı, çünkü ipliklerin bağlarının burada bulunduğunu anlatır. Aynı zamanda bu bağların öğretici olduğunu da hatırlatmadan geçmez. Düşünen insanın bakış açısı, sanatla buluşması burada başlar. Aranan cevaplar, yaşamın her yerinde; insanın kavramlarla süslediği, doldurduğu boşluğu kaplayan her yerdedir.
Yaşamın birinci yarısı, delidolu, neşe, heyecan; kan ter içinde, büyülü bir algıyla yönetilirken, ikinci yarısının öğretici ve öğrenilmiş tarafı duraksamaya neden oluyor. Cevaba yakın bir hissiyat; yaşlanmaya ve dönüşüme giden yolda, engellenemez bir kısalık, güçsüzlük…
Tam da burada, dalgaların enerjisini kullanan sörfçüler, sıradan bir dal parçası veya rüzgârı, hava akımlarını kullanan bir kuşun deneyimine tutunmak isteyebiliriz. Reddedebiliriz her şeyi. Veya olduğu gibi kabul edip, geçen nehrin çok hızlı akan yerlerinden uzaklaşıp, daha sakin koylara; yürüyüşçe çıkabiliriz.
Ne çok seçenek var; yaşamı anlatmaya. Nakışlı bir kumaşın iki yüzü gibi; birinci yüz; pırıl pırıl, çekici, gösterişli. İkinci yüz ise, o kadar da çekici değil. Ama öğretici; öyküsü, masalımsı…
HAYATTAN BIKMIŞ OLMA DURUMU-TOEDİUM VİTAE
—————————————————————————-
Tarihin insanlığa kalan en güzel yanlarından birisi; geçmişte en varlıklı kralların, hükümdarların her şeye ulaştıklarında dahi, o büyük gücün, zenginliğin bıkmışlılığını anlatmasıdır…
Biz, tarihi sevmekten uzak yaşadığımız için; merkezde sadece kendi yanılgılarımız veya avare isteklerimizin kavgalarından başka bir şeyi tartışıp konuşamıyoruz.
Oysa bugün herkesin özenip kaçıp yerleşmek istediğimiz batı medeniyeti; ne büyük işkencelerin, kahramanlıkların, dehşet dolu yılların içinde çıkıp bu duruma geldi.
Roma İmparatorları bugün dahi edebiyat, sanat, felsefe dünyasına hizmet ediyor. Onların anlatıları sayesinde; Günümüzden 2 Bin yıl öteye veya MS 51-96’lı yıllara, eziyet, saltanat düşkünü hükümdarların hayattan bıkma durumlarını yaşarken, ortaya koydukları korkunç davranış bozuklukları sonucu, nasıl da acı bir sonla karşılaştıklarını biliyoruz.
İmparator Tiberius… Caligula; hepsi, yaşamıyorlar artık. Onlardan sonra nice nesiller geldi; dünyanın her yerinde, ülkemizde de… Tarih, bu yüzden çok önemli! Saltanatın, gücün, adaletle, sanatla, felsefeyle, siyasetle iyi yoğrulmadığı zaman, ne büyük acılar, felaketler getirebileceği gün gibi ortadadır…