Bir zamanlar “Çok düşünme, ince hastalığa yakalanırsın,” denirdi. “İnce hastalık” dedikleri veremdi, yani tüberküloz. Kanserden daha öldürücü bir hastalıktı o yıllarda.
Ya “Düşün taşın, b..tur işin” demeye ne demeli? Ya bir de çok düşünene “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” demek yok mu, sanki düşünmenin düşmanıyız hepimiz.
Yine sanki düşünmek kafayı yorarmış gibi bugün bile düşünen insana “Kafanı yorma” demeye devam ediyoruz.
Bence bunda DÜŞÜNME özgürlüğünden çok DÜŞÜNCE, yanı düşünceleri açıklama özgürlüğüne önem verişimiz etkili. Nitekim 1976 yılında yayınlanan Açıklama Hürriyetinden Önce Düşünme Hürriyeti altbaşlıklı BEYNİN HÜRRİYETİ adlı kitabımızda bu konuyu işlemiştik ama bugün bakıyorum da bir arpa boyu dahi ileri gidemediğimiz gibi, tam aksine daha da gerilediğimizi görüyorum.
Özellikle son yıllarda daha çok tehlikeli görülür oldu DÜŞÜNMEK. Oysa tehlikeli olan düşünmek değil; tam tersine düşünmemektir ama düşünmek tehlikeli görülünce, düşünmemenin tehlikeli olacağı kimin aklına gelir?
Yine oysa o beyin düşünelim diye bahşedilmiş bizlere ama, maalesef işin bu yanı da düşünülmemiş. Ya da düşünmek; beraberinde sormayı, sorgulamayı, eleştirmeyi de getireceğinden, siyasî iktidarlar ve diğer güçler tarafından her zaman baskılanmış, bazen de neredeyse yasaklanmış düşünmek.
Yine oysa düşünmeden bir sorunu veya –örneğin- bir matematik problemini çözmek bile mümkün değil ama, buna rağmen her zaman tehlikeli görülmüş düşünmek.
Bırakın düşünmeyi, okumayı bile zararlı görenler var aramızda. Hem de “Çok okuma, gözün yorulur,” diyecek kadar zararlı görenler var hâlâ.
Düşünmek tehlikeli, okumak zararlı görülünce sonuç ne olur? Az gelişmişlikten bir tülü kurtulamamış olmamızın başlıca nedeni bu anlayıştan başka ne olabilir?
Oysa insanı hayvandan ayıran tek özellik; DÜŞÜNMEK. Aksi takdirde hayvandan bir farkımız kalmazdı.
Fransız filozoflarından Descartes; “Düşünüyorum, öyleyse varım,” demişti. Demek ki düşünmüyorsak yoğuz demektir ama düşünmüyorsak yok olduğumuzun nasıl farkına varacağız?
Google’a “Düşünmenin faydalı” yazdım, hiç bir şey çıkmadı karşıma. Sadece varsa yoksa “pozitif düşünmek.” İyi de düşünmüyorsak pozitif düşünmeyi nasıl başaracağız?
Oysa düşünmek, hele hele eleştirel düşünmek aklı, zekâyı, mantığı geliştirir. Beynimizin pasını siler. Onu reklâm ve propagandanın etkisinden, tutsağı olmaktan korur. Tutsağı olmuşsa kurtarır. Özgürleştirir. Önyargılardan, koşullanmalardan, dogmalardan, özellikle siyasal bağnazlıklardan, dinsel taassuptan, bâtıl inançlardan, sabit (değişmez) fikirli olmaktan kurtulmak da buradan geçmekte.
Şimdi beynimize bir çimdik atarak bol bol düşünerek eleştirmeye, sormaya, sorgulamaya ne dersiniz? Gerek kişisel, gerekse toplumsal gelişmemizin en önemli dinamiğini ateşlemeye, harekete geçirmeye ne dersiniz? Her şeyden önce de kendi görüş ve düşüncelerimiz üzerinde düşünmeye, onları gözden geçirmeye, sorgulamaya?
Ama bunların hem de çok kitap okumaktan geçtiğini unutmadan.
İsterseniz bunların üzerinde biraz düşünelim, derim.