KUMBAĞ TEKİRDAĞ YOLU
Halkımızın meselelerini anlatırken, atasözleri gibi söylediği, icat ettiği sözcükleri vardır. Saatlerce konuşmadan, dert yanmadan çok öte; olayı, bir tek kelimeyle göz önüne sererler.
İşte bunlardan bir tanesi! Tekirdağ Kumbağ yolu asfaltlanmış pırıl pırıl olmuş. Belediyenin bu konuda yol aldığı, daha iyi işler çıkarmaya başladığını görüyoruz. Ayrıca, kutluyorum; bu konuda epey başarılı işler yapmaya başladılar.
Burada bir tek sözcüğü, halkımızın, atalarımızın bize miras bıraktığı sözcüğü söylemek istiyorum;
“ Ziyanlık!”
Bu kadar güzel çalışmalar sonucunda, ana cadde veya diğerlerinde; logarların kapakları oldukça aşağıda kalmış. Bir yol yapılır, bunca zahmet çekilir de, en sonunda küçük bir şey, büyük sorunlara yol açacak bir terslik-ziyanlık niçin bırakılır?
Bunu açıklayacak bir tek belediye çalışanı, mühendisi, müdürü veya başkanı var mı? Neyini açıklayacaksın? Demezler mi insana?
Yahu; sizler, şoförlerin yerine kendinizi koysanız? Bin bir birikimle bir araç alıyorsunuz. Yanınız da eşinizi, dostunuzu alıp, şöyle bir Kumbağ’a, çay kahve içmeye gidelim diyorsunuz! Ne güzel değil mi? Yol da yapılmış; belediyeye teşekkür ediyorsunuz. Teşekkürünüz bitmeden, bir çukura düşüyor tekeriniz.
Çukur dediğim; caddelerin ortasında bırakılan logar kapakçıklarının düzenlemesinin yapılmamış olması. Bu ziyanlıkla bu yol teslim edilir mi?
Bütün bunların hepsini bir tek belediye başkanı takip edebilir mi? Edemez! Peki, başarılı belediye başkanlarının sırrı nerede? Basından, halktan, eleştirilerden hiç korkmadıkları gibi, iyi bir ekip kurmalarından geçiyor; bunu bilmeyen kalmadı.
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ve Süleymanpaşa Belediye Başkanları; bu konuda niçin sağır kılığına giriyorlar? Kâin, yarı tanrı kılığına girmenin bedeli yeterince ağır değil midir? İnsan olmanın, ekibi ve halkı, basınıyla bütünleşmenin büyük huzuru, düzeni varken…
DİL FUKARALIĞI
——————————-
Duyarlı olan herkesin ortak yakınması; “ Çocuklarımız Türkçeyi doğru kullanmıyor!” üzerine. Ya biz; bizler ne kadar doğru kullanıyoruz?
Okumanın, irdelemenin, özümsemenin karşılığıdır estetik, güzel ve zengin olan. Bu durumda, çocuklarımız, bizi temsil etmiş olmuyor mu? Bir şikâyet ise şöyle; “Çocuklar, üniversiteye kadar Türkçe okuyorlar, yazıyorlar; bundan sonra dilini değiştiriyorlar.”
Bu kanaatin yeterince doğru olduğuna inanmıyorum. Bizler, ülke insanı, insanları olarak kısaltılmış olanların peşinde koşmayı seviyoruz. Bir atasözü, bir fıkra, deyim veya küçük bir hikâye ile tüm yaşamı anlatma, derdimizi giderme peşinde, bugüne kadar böyle bir yolculuk yapmış olduğumuz ortada.
Bizleri eğitecek kurumların başında, medya geldiği halde; özelleşme, çoğalma daha iyi rekabet diye, bir sürü bozuk Türkçeli dizi, program, sunum yapılıyor; hemen her saat…
Bir küçük araştırmadan söz etmek istiyorum. Belki de rakamlar daha da artmış olabilir. Amerikanın ilköğretim okullarında ki kelime sayısı; 71.681. Almanya’nın okullarında okutulan ders kitaplarında ki sözcük;70.400,Japonya;44.224. Ya bizde; 5000 kelime olduğunun gerçeği her şeyi anlatmıyor mu?
Beş bin kelimenin, bin tanesini bile kullanmaktan uzak kaldığımız sürece, her evde, her daim işleyen bir kütüphane olmadığı sürece; daha çok yakınırız; Türkçemiz arızaya uğruyor, yok oluyor diye…