
Büyük sanatçıların, siyaset adamlarının başarılı eserlerini merak etmekten öte onların insan tarafları, arka bahçelerini, iç dünyalarını, dostlarıyla, düşmanlarıyla olan ilişkilerini merak ediyorum.
Mustafa Kemal bu insanların en başında gelen birisidir. Onun hakkında yazılanlar, söylenenler ve onun eserim dediği; Türkiye Cumhuriyeti; Bizden çok önce burada olduğu gibi bizden çok sonra da burada hüküm sürecek.
Niçin? Derseniz; akılla, ilimle ve sevgiyle beslediğinden dolayı diyeceğim… O bir savaş strateji uzmanı olmanın yanında sıradan hayata son nefse kadar özenin sade bir insandı da. Sıradan saydığımız hayatların, kendi içinde ki neşeleri, saadetleri onun için romanlarda görülecek kadar uzaktaydı.
Devrimleri, ülkesi, ulusu ve uzağı gören, hisseden duygu düşünceleri; onu neredeyse 24 saat çalışmaya itiyordu. O,ulusuna kurban bir komutan, lider; ulusunun öz evladı bir insandır.
O sıralar Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’tır. Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün karakterini çok iyi bilirdi. Ona sunacağı bütün işleri, sıkmayacak bir şekilde hazırlar ve sunardı.
Buna tanıklık edenlerden birisi Kılıç Ali’dir. Kılıç Ali’nin bir gözlemi; Atatürk, kafasında bir işi olgunlaştıracağı zamanlar, alacağı büyük kararlar aşamasında kendisine has tercihleri olduğuna tanıklık eder. Tek başına bilardo masasının başına geçip egzersiz yaptığı zamanlar böyle anlardan birisiydi. “O’nu böyle anlarda, bakışlardan uzak, seyredebilmek gerçekten zevkti.”
Bir gece önce “ Şafakta seni göreceğim” emrini alan Kılıç Ali, o gece Atatürk’ün uyumadan çalışacağını biliyordu. Nitekim de öyle olmuştu. Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da kendisiyle birlikte sabahlayanlardandı.
“O günkü kararnameleri imzalatacak, sonra iznini alarak uyumaya eve gidecekti. Gazi’nin böyle alışkanlığı yoktu. O,normal şekilde dinlenmişçesine çalışmaya devam edecekti. Ben, ardı ardına böyle kaç gecesini bilirim.
Bilardo salonunda yine tek başınaydı. Hasan Rıza’yı elinde dosyalarla görünce; ‘Gel bakalım çocuk’ dedi. Her zamanki gibi imzasına sunulan evraklarla ilgili bilgisini aldı. İşler tamamlanınca onun izin istemesine fırsat vermeden ‘ Haydi sen gidesin evine… Yoruldun, kısmetse yarın görüşürüz’ dedi. Resmi olmayan hayatında halktan biriydi.
Hasan Rıza’yı gözleriyle izledi. Sonra bana döndü;
‘Bak Kılıç… Evine gidiyor. Çarşıya uğrayacak, evdekilerin istediklerini alacak, kapıda karşılayacaklar, hanımı ile çocuğu ile kucaklaşacak, sohbet edecek, gönlünde görevini tam yapmış insanların huzuruyla uyuyacak. Akşama doğru kalkacak, hep birlikte gezmeye gidecekler, hem de gönüllerince, istedikleri gibi… Protokol yok, kontrol yok. Öğrenmek, duymak, bilmek istediklerine gönüllerince sahipler. Acaba bizim Hasan Rıza saadetinin farkında mı?”
Atatürk’ün düşünü kurduğu saadet böyleydi. Sıradan insanların özentisi ise hep başka düşler olacak ve oldu. İnsan istemeden bu soruyu bugün de soruyor; Acaba kaç basit insan, kendi öz saadetinin farkında? Özgürlüğünün, sıradanlığının?
Yine dönüp dolaşıp bir yere geliyoruz! Farkına varacak hissiyatı duyan gözler, kulaklar ve sezgiler ne âlemde? Bunları besleyen kültürel alışkanlıklara harcanan çabalar ve emekler; merakla, hoşgörüyle, sevgiyle besleniyor mu?