
BU DA MI GOL DEĞİL BE!
———————————-
Bazı yaşamlar; doğuştan başlar ofsayt düşmeye. Yazgının şansızlığı, bir başka gizemin, değerlendirilme biçiminin gereği mi? Bilinmez…
Klasik laf, inançtır; bazı insanlar da doğuştan şanslı… Tam manada hiçbirine katılmadığımı anlatmak isterim. Bütün ömre yayılan sosyolojik, psikolojik bir araştırma var mıdır? Yapılmış mıdır? Bilinmez… Şansın, şans denen şeyin, eşitliği maddiyat olduğu için, bunun getirisinin uzun vadede ki biçimleri; elle tutulur bir şey midir? Yoksa büyük bir kayıp, hiçlik, doymazlığı tetikleyen bir can sıkıcı gidişat mı?
Ofsayt Osman, doğuştan şansız olan; yani yazgının onu terk ettiği birisini anlatır. Aslında, doğuştan sanatçı olan birisi tarafından; Sadri Alışık… Tıpkı Ayhan Işık, Kemal Sunal, Levent Kırca, İlyas Salman, Müjdat Gezen ve niceleri gibi.
Buna, bu yeteneklere sadece şans demek ayıp olur. Evrimin adaleti; milyonlar içine serptiği farklılıklardan birisi; birileri…
Ofsayt Osman, yeteneğini yönetmen Osman Seden ile kesişen yollarına da borçludur dersek yalan olmaz. İyi bir yönetmen, iyi sanatı ve sanatçıyı, bakışlarından, sesinden, ritminden; daha sahneye çıkmadan, sanatın kokusundan anlayacağı da bellidir.
Bu filmin başlangıcı; yani doğuşu; yarım yüzyılı geçti. Yıl 1965;bir başka doğuşun, yükselişin duyulduğu. Alkış aldığı zamanlar. Beşiktaş Futbol Takımı, Ofsayt Osman filmi çekildiği yıl şampiyon oldu. Gol kralı da Güven Önüt…
Ofsayt Osman, her daim ofsaytta kalırken, hiç gol yüzü görmemişken, Güven Önüt, Türk Futbol tarihine,” Gol Kral”ı olarak geçer. Üstelik bu futbolcuya, takıma gönül vermiş yazgının babam olacağını belirlediği kişi de, oğlu olursa ismini Güven koyacağım demiş;365 gün öncesinden.
Ofsayt Osman, yitik, yenik ve ezik bir adamın hikâyesidir. Aynı zamanda Türk sinemasının, sanatçıların hatıralarına dokunma, anma, onları anıların boyunduruğundan çıkarma-kurtarma anın başlangıcıdır da…
Edebiyatın derin analizlerinde, burada aranan bütün cevapların karşılığı mevcuttur. İçinde, her türlü düş ve gerçeğin karması; kavuşum örnekleri doludur. Üstelik ağzına kadar! Çoğu zaman önem verilmeyen düşünce sanatı, düşlerin, izlenimlerin, mayasını yeryüzü ve gökyüzünden aldı sezginin karşılığı; her harfi insana, insanlığa aitken, çok az kimse önemser.
Ofsayt Osman, yazgısında olanlara bir İrlandalı yazar çıkıp şu sözleri söylese;
“ Hep denedin
Hep yenildin,
Olsun!
Gene dene!
Gene yenil!
Daha iyi yenil!”
Siktir oradan, denir; siktir; defol; fazla aklın varsa kendine sakla! Sanki bu tepkiler Samuel Beckett’i yıldıracak! Daha da sarılır kaleme ve sözcüklere…
SÜRÜ HALİNDE DOLAŞMAK
——————————
Hayvanlar dünyası hakkında, neredeyse yarım yüzyıllık çalışmalar, belgeseller, gözlemler onları ne kadar çok yanlış tanıdığımızın da kanıtı. İnsanın, yetersiz bilgi yüzünden, hayvanları nasıl da şeytanlaştırıp, kutsallaştırdığının yüce kanıtları; gün yüzüne çıkıyor.
Ne yılanın, ne de çıyanın, yaradılışında insana düşmanlığının olmadığı; apaçık oradadır. Hiçbir hayvanın böyle bir içgüdüsü, yaşam gerçeği yoktur.
Hiçbir hayvan-canlı; uğurlu veya uğursuz da değildir. Gün gibi ortadadır; bu büyük gözlemlerin muazzam sonuçları. Hepsi, yaradılış o büyük mucizesi için; yaşamak için nafakaları ve nesilleri için didinip dururlar.
Göklerde ki yüce kartal da öyle; yerin altında ki sayın köstebek de… Muhteşem ötüşüyle bilenen bülbül de, yaşamak için öldürür; küçük böcekleri mideye indirir; bize çok sevimsiz gelen akrep de, aynı saygın ölüm ve besin dengesi içinde yer alırlar.
Hayvanların da karakterleri, hepsinin ayrı yaşam alanları olduğu gibi, yaşam biçimleri olduğunu öğrendik. Fillerin bir arada yaşamaları, korkudan, başka hayvanlar tarafında öldürülmekten değil; ciddi bir sosyallik, birbirini sevme, sayma içgüdü ve akıllarından kaynaklandığını biliyoruz.
Öküz Başlı Antilopların ise milyonluk sürüler halinde gezmelerini; onların peşinde koşan aslanlardan kurtulmak, sürünün büyük güvencesi altında kalarak, canlarını kurtarma oyunu içinde yer aldıklarını da.
Bütün bunların yanında insanın sürü halinde gezmesini bir türlü anlayamıyorum. Öyle ki büyük alışkanlıklar yüzünden, birkaç kişinin sürekli birbiriyle dolaşması; neredeyse her yere birlikte gitmesi; özgüven eksikliği, sürü emniyeti veya sosyallikten mi? Bunu düşünürken, böyle olmadığını görüyorum.
Sanatsal buluşmaları, kritikleri, tartışmaların birlikteliğini anlarım. Sportif karşılaşmalarda, iş koşullarında ve dinlence ve eğlence sohbetlerini de anlarım. Bu kadar zengin olan yaşamda, sürüye dahi olup, bilinen imgelerin yenilenmiş değil, kokuşmuş haline teslim oluşu; hiç anlamıyorum.
Nice nice yıllara;keyifle,hoşlukla eskitin YENİ yılınızı;sevgili okuyucular-dostlar…