ENGİN ve YILDIZLI GÖĞÜN ALTINDA
—————————————
İnsanın; insan dünyasının ebediyete duyduğu aşk, bilinmeyen bir gerçek değil. En dindarından en ateistine kadar; herkes tutunmak ister bu dünyanın köklerine. Kalıcılık peşinde doymak bilmez bir iştahla; mülklerin dizilimini, engin diyarın bekçiliğini yapmak adınadır…
İstisnaları, bu herkesin içinden çıkarmak zorundayım. Ruhsal durumları karışık ve bir türlü, yaşamsal tatları ayırt edici ve eşikler arası eşitlik duygusu altında o büyük ezilmeden kurtulmak istemeyenler için kim ne yapabilir?
Yazar ve şair; Define Adası ile ünlü olan Robert Lous Stevenson’da nice kalıcılık peşinde koşan sanatçılardan birisi. Onun kalıcılık oyunu; şiirin dizelerinde gizli;
“ Engin ve yıldızlı göğün altında/Kazın mezarımı, bırakın beni uzanmaya/Mutlulukla yaşadım, memnunum ölmekten/Buraya uzanırken bir ricam var sizden/Koyun dizelerimi mezar taşıma lütfen; Burada yatıyor, özlemini duyduğu yerde/Denizci evinde, denizlerden geldiği yerde/Ve avcı tepenin eteğinde, avın bittiği düzlükte.”
Yazarın gömüldüğü, gömülmesini istediği yer öyle böyle değil; denizden dört bin metre yükseklikte; Samoa’nın yamaçlarında, Büyük Okyanusu ve edebi algıyı, hatırlanışı izliyor olmalı…
İŞEMEZLER KESİK PARMAĞA
————————————————
Böyle sesleniyor bir kitapta ona görev verilmiş karakter. Bu kadar bol olan idrarın, işi yarayacak hale dönüşeceği zaman nasıl kıt hale geldiğini anlatmaktan çok öte; insanın insana bakışını; her daim; tüm zamanlar hep aynı satranç oyunu geliştirdiğini de anlatıyor; yazarın yazgıya bile mizah diliyle yaklaşımları.
Hatta Davut’un krallığına bir güzel laf atıyor, edebiyatın seçkisin, zengin seçkinliği yakalamış olmanın sayesinde. Hele, meşhur Yunan Medeniyeti; yeri geldikçe kıs kıs güldürecek kadar öne çıkartılıyor.
Bizim toplumumuzda da sıkça kullanılan bir sözdür; “Yaralı parmağa işememek!” Hangi topluma ait olduğunu aramaya kalksak; belki birkaç yüzyıl, belki de milenyum; bin yıl…
İsmail eniştemin sıkça kullandığı bir sözcüktü;”yaralı parmağa işememek” ona göre, nankörlüğün en nankörü… Kimse de demez o durumda; kendi parmağına kendin işe be kardeşim…
Maksat o değil elbet… İşte tam da burada başlıyor; insanlara olan sınırsızlığımızın tartışması. Düşünsek ne zarar gelir? Her daim bize servis yapacak, garsonlar, başgarsonlar; uşaklar, baş uşaklar ve yardımcılar, başyardımcılar bekler dururuz.
Ya, bu kalıplardan sıyrılmak? Düşüncesi bile korkutuyor mu bizi? Her daim birileri tarafından buyur edilmek, saygı beklemek; hâlbuki işeme organımız elimize ne yakın…
Şu denetleme kuruluna da iyice gıcık alıyorum. Buraya yazdığım her işeme sözcüğünün altını yeşille çiziyor. Neymiş; yazılan argo sözcükmüş. Ulan deyyus; bu olayı, boşaltım sistemimizin vazgeçilmezi olan bu harika gösteriyi daha nasıl anlatayım?