DOLAR
EURO
GRAM ALTIN
ÇEYREK A.
BITCOIN
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava
Google News

İN-SANAT BAHÇESİ–134

Yayın Tarihi: 24 Mart 2018 | Son Güncelleme :

24 Mart 2018 - 12:42

İN-SANAT BAHÇESİ–134

MUHAYYEL ARKADAŞ

————————————-

İstanbul ve Burgazada sevgisinin çok ötesindedir Sait Faik’in insan sevgisi… Belki de birbirini bütünleyen duygulardır; ait olduğun yerin ıssız köşelerinde, muhayyel bir arkadaşla konuşmak…

Yerlere anlam yükleyen, onları yer olmaktan öte insana eş, dost, arkadaş yapan en hakiki şeylerdir muhayyel hissedişler. Truva’yı ortaya çıkartan güç, Ganoslarda gezinen esintiler; Traklar’dan geriye kalan birkaç şey, Selçuk, Osmanlı’nın, Bizans, Roma’nın sıra dışılığı da bu muhayyel algılara tutunan, gördüklerini, duyduklarını yorumlayan insanlara şükran borçlu olduğumuz kültürlerdir.

Evliya Çelebi’yi diyardan diyara, şehirden şehre, ülkeden ülkeye koşturan itici güçlerden birisi de bu muhayyel arkadaştan başka bir şey değil. Hatta 18.yüzyılda şehrimizde yaşamış Macar Prens Rakoczi’nin kâtibi Mikes Kelemen ve değerli eseri Ablasına Mektuplarda bu muhayyel arkadaş yardımıyla yazılmıştır.

Burgazada; hatta bütün adalar ve onların muhayyel köşeleri, tepeleri vardır. Gökçeada’da, Marmara’da, Bozcaada, Büyükada, Heybeli; hepsinin ayrı ayrı korulukları, muhayyel yerleri ve kendime yürümelerim vardır.

Issızlığı anlamlı kılan, gecenin örtüsünü doğru rotaya işaret eden deniz fenerleri gibidir muhayyel arkadaş. Sezgilerimize, ilham denen mucizeye hükmeder; kıyamet gibi birikmiş insan kavgalarını gülümseyerek reddeder; bilir menzilsiz oluşlarını ve birbirinin tekrarı olduklarını…

Muhayyel Arkadaşı icat eden, kendine sırdaş kabul eden kişidir Sait Faik. Herhangi bir yerde; Burgazada’nın ıssız tepesinde veya halkın, sıradan insanların olduğu bir meyhanede. Yine öyle bir içkili yerde, içkinin de tesiriyle dört kişinin kavgalarını izlerken tutunur muhayyel arkadaşa.

Muhayyel arkadaşı sevdiğini bilir ve izah eder. O kadar sever ki, bazen konuşurken dudaklarına dalar öpmek ister; kana kana… Onun muhayyel arkadaşı, cinsiyetten öte bir şeydir. Ne kadın, ne erkek… Belki de hepsi…

Tam da bu yüzden muhayyel arkadaşı olmayanların yalnızlığı girdaba dönüşmüş, kâbuslara gebedir. Birini aramadan sokağa, parka çıkmaya çekinirler. İlla ki bir yoldaş olacak. Geveze, somurtkan, bozguncu, yaratıcı olmayan birisi bile kurtarıcı niyetine bin bir rica ile yol, muhabbet arkadaşlığı için çağrılır.

Edebi dünyanın yalnızlığı öyle midir? Muhayyel arkadaşların varlığı bir yana; hemen her yerde, bir garson, bekçi, işçi, çiftçi, emekli, şair, müzisyen, boşta gezen yok mudur? Hepsinin kendine göre gün görmemiş libaslar gibi düşünceleri; sağılmayı bekler.

Edebi çağrı ve sahiplenme; çaresiz ölümü hatırlatmak yerine bütün muhayyel arkadaşları selamlarken, çırpınış içinde olan insanlığın içinde yeryüzü kalesi, insanlık dengesi için saklı, gizli olan canlıları ortaya çıkartma becerisi gösterir.

Yürümenin, koşmaktan değerli; düşünmenin mal, mülkten öte; paylaşmanın, vermenin açlıktan öte bir tokluk olduğunu öğretir insana; kalıcı olmayan, her daim kafası karışık olan eşref-i mahlûkat olan canlıya…

BİLGİ SÖRFÜ

———————

Sörf deyince akla birkaç şey gelir; Rüzgâr, büyük dalgaları olan deniz veya okyanus! Bir de, ince uzun bir tahta… Üzerine tünemiş insanı da yok sayamayız…

Önümde bir kitap; yıllardır… Kim bilir kaç kez patinaj yaptım;20–30 sayfadan öteye gitme cesareti göstermedim. Hâlbuki sayfalar; 841… James Joyce’nin sörf yaprakçıkları…

Bir yazarın bilgi cambazı olması, onu sınırsızlık ile dans etmeye zorlar. Sörfün boyutlarını, dalgaların yüksekliğini hayal etmekten çok öte zorlar insanı. Doymak bilmez, dalgalarla boğuşmaktan, onları yenmekten büyük keyif alır.

5–109. sayfa; nice sörf yapış gibi, Joyce yine coşmuş; dile geliyor; zamanlar, dalgalanmalar, kütüphaneler arası;

“ Bir bilge sokak kedisi, göz kırpan bir sfenks, sıcacık eşiğinden bakmakta! Onları rahatsız etmek, yazık! Muhammet, kediyi uyandırmasın diye binişinin bir parçasını kesmiş”

23 söz; Kadim zamana, yüzlerce, binlerce yıl öteye uzanıyor. Şaşkına çeviriyor insanı. Mısır ve diğer medeniyetlere, firavunların tanrılarına, anlaşılmazlıklara ve gizemlere; suyun, toprağın altında kalacak büyük medeniyetler…

Koparılan, parçalanan küçük bir deri parçası; Sünnet; erkek ve kadınlardan çalınan bir parçanın; ne büyük bir soru işaretine dönüştüğünü; sayfalarca, günlerce anlatılıp, milyarlarca uzlaşmazlık ve uzlaşı acıları yaşatacağı 23 sözcük; bu James Joyce’in sörf tahtası; benzemez Vergilius’un yatağından yatıp, hiçliğin bağrını deşmesine…

 

 

 

 

YORUM ALANI

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.