AKDENİZ OYUNLARI 2018’E NİÇİN
BU KADAR YABANCI KALDIK?
———————————————-
Akdiniz Oyunlarının üzerinden birkaç gün geçti. 2018 Akdeniz Oyunları İspanya’nın Tarragona kentinde yapıldı. 26 ülkenin,4000 sporcunun katıldığı bu büyük spor şenliğine niçin bu kadar yabancı kaldık?
Bütün mesele, Rusya’da yapılan Dünya Kupasının gölgesinde mi kalması? Katılmıyorum! Ölüm, kavga, hırsızlık haberleri o kadar çok ki; sanata, spora sıra gelmiyor… Böyle mi olmalı? Kalkınma, refah; her an depresyona hazır, şüpheleri, akıl sıralamasıyla değil, dedikodu ve peşin hükümle yapan toplumların gelişimi, sağlıklı ve kalıcı olabilir mi?
Ülkemizden 144’ü kadın, toplamda 345 sporcu katıldı. Onlarca dal içerisinde Türkiye, İtalya ve İspanya’nın ardından ÜÇÜNCÜ oldu. 31 Altın,25 gümüş ve 39 bronz madalyayı ülkemiz sporcuları kazandı.
Bu bir şey değil midir? Teri, istikrarı, çabayı, heyecanı, milli güzellikleri anlatmıyor mu? Ülkemin insanı; hapishanelerin çoğalması, hızla dolması, ilimin, eğitimin yanında sanatla, sporla azalabilir, ülkemin daha huzurlu ve gelişmişlik seviyesine çıkması sağlanabilir.
Bir taraftan vurdulu, kırdılı diziler. Bir taraftan birbirine hiçbir zaman güvenmeyen siyaset insanları! Sevgiden geçtim; saygı olmadan, kimsenin kazançlı çıkmayacağı bellidir. Siyaset, diplomasi sanatıyla, en güzel ve görkemli yere gelebilir. Su sanatta, tecrübenin, bilginin, vicdanın imbiğinden süzülürse; anlamlı bir istikrar sağlayabilir…
ŞAFAK SÖKÜYOR
—————————-
Küçük ölüm denen gece uykusu aniden kesiliverdi. Kış uykusuna yatmış küçük kurbağa gibi, güneşi duyar duymaz, ağır ağır buzlarını çözüp, ilk hareketi; doğaya zıplamak oluyor. Hotelin eski ama rahat yatağından, güne, açık camdan içeriye dolan seslere, öyle fırladım; küçük kurbağanın çözülüp zıpladığı gibi, zıpladım yaşamın seslerden oluşan karnavalının içine…
Saat 05.15;acık olan camdan, gecenin ayazından öte, şafağın kuş sesleri süzülüyor. Sadece kuşlar mı? Orkestranın farklı çalgı özelliğine sahip; horoz ve eşeğin anırması; belli zamana yayılıyor; ara sıra…
Kuşların kaç çeşidi ötüyor; bilmek imkânsız… Kara Tavuklar, bülbüller, sakalar, isketeler ve daha ayıramadığım bir sürü ses; sessizliği aralıksız seslerle kutsuyorlar. Günün, şafağın en taze zamanları!
Zeytin ağaçlarının, dutların, çınarların, palmiyelerin diyarındayım. Kapıdağ Yarımadası; kıvrıla kıvrıla dolanıyor Marmara’nın serin sularının içine; karada karaya; kendinle; özüyle tekrar buluşuyor.
İki dakikalığına kayıt tuşuna dokundum. Kayıt etmek mi, yoksa her daim doğada, kendi zamanını bilen seslere, doğanın görkemiyle dokunmak mı daha iyi? Her şeyi aralıksız fotoğraflamayı ibadetten öte taşıyıp, çılgınlar gibi öne çıkmak için her türlü sanatkârlarla yarışacak karmaşanın içine girmiş bulunan günümüz insanı; bizler; kendi beynimizin kayıt tuşuna dokunmanın sırrını çözme imkânı yaratabilir miyiz acaba?
Birkaç arkadaşımdan duyuyorum; “ Çektiğim resimleri bulamıyorum artık. İpin ucunu kaçırdım. Binlerce oldu.
Fotoğraf da çekilir, resim de yapılır, video da kayıt edilir. Aşırılığın, taşkınlığa yol açtığını doğa da gördük. Taşan dereler, nehirler; doğanın dili iyi anlaşılmadı zaman zarara yol açar. Bunun haricinde doğanın bir sürü yan yolu, koruma kalkanı var. Binlerce yıl önceden oluşturduğu derin vadileri; bütün taşkınlıkları yutmak içindir. Tıpkı derin, geniş, yaşlı nehir yatakları gibi…
Mimari, burada lazımdır insana. Doğa bilimcileriyle ortak çalışacak mimar ve mühendislerin ortak çalışmaları; bir eserden öte, insanlık seçeneğidir; aklı, duyguları, insanlığı merkeze taşıyan güzellikler.
Şafak söküyor; uyuyor denizin dibinde insanlık; kimi odaların geniş, rahat yataklarında, kimiyse, geceden kalma halleriyle, kumsalda; kumların üzerinde; yorgun bedenleriyle, şafağın temiz, taze, genç karşılama töreninin önünde, boynu bükük ve anlamsız bir kederin şifresini bile çözememiş halde…