DOLAR
EURO
GRAM ALTIN
ÇEYREK A.
BITCOIN
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava
Google News

İN-SANAT BAHÇESİ–170

Yayın Tarihi: 28 Eylül 2018 | Son Güncelleme :

28 Eylül 2018 - 13:09

İN-SANAT BAHÇESİ–170

HASTANE ÖNÜ

—————————–

 

Tekirdağ Ertuğrul Mahallesi İbrahim Balaban’ın müzesine kavuştu. Bir şehre yapılacak en güzel zenginliklerden birisidir müzelerle buluşturmak. İbrahim Balaban Müzesi de öyle güzel bir butik müze oldu.

 

Ahşabın ayak seslerini, tarihin erdemli izdüşümlerini hissetmek, anı ve geleceği yorumlamak adına değerli bir kavuşum…

 

Balaban’ın eserlerinden birisi de; Hastane Önü yağlı boya tablosu. Siyahın, kahverenginin hâkim olduğu eserde; onlarca insan bekleşiyor. Çaresiz ve çare bekleyen kadınlar, erkekler, çocuklar…

 

Bu tablonun yarım yüzyılı aşmış yaşı, sadece geçmişe bir ışık değil; bugüne ve yarınlara da taşıyacağı bir şey var. Hastane önlerinde değişen bir şeyin olmadığı… Bir sürü hastane açıldı; hapishaneler gibi…

 

Aynı oranda hasta arttı. Balaban’ın eserinde ki karakterlerin daha moderni var şu an; hastane önünde bekleyen insan yüzlerinde. Fakat umutsuzlukları, umutları, çileleri ve BEKLEYİŞLERİ hep aynı…

 

Bunu değiştirmek için; hükumetimiz o kadar büyük çaba harcadığı halde; bu korkunç bürokrasi, kendine gurur yaptığı körlük kalkanı sayesinde; iyi analiz edememe; sivil örgütlerin yetersizliği; partilerin il ve ilçe teşkilatlarının sosyoloji, psikoloji ve analiz gerçeklerinden uzak kalmaları; bu değişmez HASTANE ÖNÜ manzaralarını sabitliyor…

 

Ve Balabanın insanları; solgun yüzlü, umutları bedenleri örselenmiş; ay ışığında ki kağnıların ve onları takip eden kadınların yorgun hallerinde ki inanç yok onlarda; siyaha, kahverengine, solgunluğa teslim olmuşlar…

 

ÖLÇÜLÜ OLMAK

——————–

 

Kulağa hoş gelen bir sözcük ÖLÇÜLÜ OLMAK! Tam olarak nerede başlar; nerede biten bilinmez! Burada ki ölçüyü belirleyecek olan şey de bilgi, tecrübe ve sezgiler…

 

Çok genç yaşta profesör olmuş bilim adamımız; Oktay Sinanoğlu; bilgi, zekâ, araştırma konusunda ABD’de ve dünyada onlarca ödül almış durumda olduğu halde; niçin bu kadar çabuk unutuldu düşüncesini, onun ölçüyü aşıp aşmamasıyla bağlantı kurarak izah etmek istedim…

 

Bunca bilgi, öğreti; kimya alanında ortaya çıkarttığı formüller; belli politikalara yakın olsa; çoktan bir değil birkaç kez NOBEL ödülü alacakken; onun ısrarla doğduğu topraklara bağlı kalması, hatta bunun ölçüsünü kaçırması düşüncesine yakınım…

 

Toplumların değişimi yüzlerce yıl, hatta binlerce yıl sürerken, şimdi neredeyse haftada bir bilgi değişimi, güncellemesi yaşanıyor. Bu büyük genişleme; tıpkı evrenimizin genişlemesini andırıyor.

 

Bilgi, teknoloji ışık hızına doğru koşuyorken, bizlerin edindiği, geçmişten bu yana çok önemli bilgelikleri hatırlatan felsefeleri ne yapacağız? Tümden reddedecek miyiz?

 

Toplumların; yani insanın hafızası, sadece matematik, kimya, fen bilimiyle doldurulursa, düş gücü; sanat, edebiyat ve felsefe değişen dünyada kendine yer edinemezse; yüzlerce, binlerce yıl öteden; yani kadim zamanlarda süzülmüş bilgelik felsefeleri anlamsız mı kalacak?

 

Yedi bilge, öteden beri bu sahneden inmediler. Onların felsefesi, antik zamanlardan bu zamana kadar ulaştı.

 

Lindoslu Kleobulos; “ Ölçü en özenilecek şey” diyerek yaşama tutunmuş, kendi felsefesini geliştirmiş.

 

Atinalı Salon; “ Hiçbir şeyde aşırı olma” Aşırılığın üzerine düşen bu ağır gölge; bu zamanı görebilme sezgisi taşıyor muydu; yoksa tıpkı evrensel olan matematik gibi; düşüncenin de değişmez formülü; insanın çokluk karşısında ki büyük erozyonu, çıldırma anının her daim devam edeceğini mi anlatmaya çalışıyordu Atinalı Salon?

 

Ispartalı Khilon; “ Kendini bil ihtiraslarına gem vur.” Mimetoslu Tahes,” Nefesine egemen olmamak zararlı bir şeydir.” , Lesboslu Pittiakos,” Başkasından hoş görmediğini kendine yapma.” Prieneli Bias, “ Yaptığını enine boyuna düşün. İkna ederek al, zorlayarak değil.” , Korinthoslu Periandros, “ Barış ve huzur güzel.”

 

Yakın gelecekten yönetici sınıfın üç kişiden bir kişisini oluşturacak Z Kuşağı için bu sözcükler ne ifade ediyor? Uygarlık yolunda, sadece başarıya, kazanmaya endeksli insan toplulukları; bu tür öğütleri, masalları, düşleri, hikâyeleri; kısacası gelecekle bağlarını keserse; ortaya çıkacak toplumsal dönüşümün karşılığı ne olacak?

 

Bir felaket olması içten bile olmayacağını düşünmeden edemiyorum. İnsanı frenleyen, inançlar, düşler, hikâyeler, destanlar, masallar; birden gökyüzüne saçıldığı an; yeryüzünün yer çekim kanununun çekilmesi gibi bir şey; bir etki yapıp yapmayacağını irdelemeden edemiyorum…

YORUM ALANI

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.