DOLAR
EURO
GRAM ALTIN
ÇEYREK A.
BITCOIN
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava
Google News

TEKİRDAĞ’IN YAMAN HALLERİ–268

Yayın Tarihi: 17 Ocak 2018 | Son Güncelleme :

17 Ocak 2018 - 12:15

TEKİRDAĞ’IN YAMAN HALLERİ–268

 

ÜNİVERSİTENİN KÜTÜPHANESİ SUSMUŞ

——————————————————-

Günlerden Pazar. Poyraz, mevsimine, doğasına uygun bir şekilde rakımın yükseldiği yerde daha da zevkle şaklatıyor kamçısını. Üniversitenin Araştırma Hastanesinin olduğu yer yüksekte kaldığı için başımda, kasketimi bile tutmakta zorlandım.

Hastane de tedavi görmekte olan arkadaşımı ziyaret ettikten sonra tarih konularda araştırma yapmak için üniversitenin İktisadi İdari Bilimler Fakültesi binasında bulunan kütüphanesine yöneldim.

Kuzey rüzgârını arkama alınca yokuş aşağı yürümek, üniversitenin büyüyen genişleyen fiziki zenginliği karşısında övünç duyan ben; on dakika yürüdükten sonra kütüphane binasının olduğu yere geldim.

Aydınlık, temiz ve ne aradığınız birçok eseri, kaynağı bulabileceğiniz kütüphanenin 24 saat açık olduğunu düşünerek ve üşüyerek geldim. Ana kapıdan içeri girip birkaç adım attıktan sonra; polislerle karşılaştım.

Daha doğrusu; polislerden birisi; “ Buyurun” seslenişini öyle bir yaptı ki; sanırsınız ki kan gövdeyi götürmüş, insanlar canlarından bezmiş ve sizin orada olmanız bir çuval inciri berbat etmiş.

Bu nasıl bir eğitim? Polis dediğimiz insanların; bizim çocuklarımız olduğunu bildiğimiz halde, onların seslerinden, görüntülerinden, davranışlarından ürkme sebeplerimiz niçin dikkate alınmıyor?

Polisin “Buyurun” sesinde ki kabalık, dışarıda ki sert esen poyrazdan daha SOĞUK! Ne acı bir durum…

Kütüphaneye geldim, deyince; aynı poyraz rüzgârı etkisiyle; “Kapalı!” başımı çevirdim;24 saat açık olması düşünülen kütüphane kapalı.

Niçin? O binada sınav varmış! Hâlbuki kütüphane kapısı apayrı, sınavın yapıldığı yerlerin kapısı apayrı…

Sorun ne? Güvenlik mi? Polisler, teknoloji niçin var? En kolay olan şey; KAPATMAK! Yasaklamak…

Ne hazindir ki, psikolojik eğitimler sınırlı, akademik, sosyal düşünceler de kısıtlanır hale geldikçe; ürettiğimiz, üreteceğimiz ilim de, sevgi de şartlı hale geliyor.

Üzülmemek elde mi?

YEDİ NUMARALI HALK OTOBÜSLERİ

——————————————-

Tekirdağ’ın birçok meselesi için; başta araç trafiği;” Bindik bir alamete, gidiyoruz…” şeklinde söylesek ayıp olmaz yani…

Özellikle günün belli saatleri, yedi numaralı halk otobüsünün yolcuları gerçek bir eziyet testinden geçiyor. Gözünüz sıkışma, gözünüz eziyet görsün! Duyan varsa, beri gele! Şoförler, zaten Allaha emanet! Başka bir iş bulamayan, geçici olarak halk otobüsü şoförü oluyor. Kendi ahlakı, belgisi, görgüsü ne kadarsa onu veriyor.

Öyle bir fren ve hız yapıyorlar ki; yaşlı insanların ayakta kalması bazen bir mucize! Ve şoförler, bunu bir ceza gibi görüyorlar; çünkü yeterli maaş almadıkları gibi iyi beslenemiyorlar; poğaça, simitle bu kadar…

Geri bildirim yapan, bu işin insanı, ahlaki hakkını arayan var mı? Böyle bir zavallılık olur mu? Bu bir hizmetse; reddediyorum bunu…

Yine, gün geceye kavuşmuş, yedi numaralı otobüsle şehrin merkezine gelmeye çalışıyoruz. Caddeler, sokaklar ağzına kadar tıkalı. Ben yaptım oldu, fikrini savunun yöneticilerin şehir sevdası bu kadar olur.

Araca, yolun yarısında bir aile bindi. Genç insanlar. Bebek arabalarıyla birlikte! İçinde, bembeyaz suratlı bir bebek! Siyah kocaman gözleriyle; daha üç dört aylık olmasına aldırış etmeden; sanki bir şeyler anlatıyor;

“ Sıkın dişinizi! En büyük silahınız, sabırlı ve hoşgörülü oluşunuz! Hakaret değil, şikâyetleri derleyip toplayıp, bıkmadan, sıkılmadan dile getirin! Ben büyüyeceğim, mucizenin, masalın kahramanı değil, ilimin, sosyalliğin, sanatın kahramanı gibi bu şehre olan burcumu ödeyeceğim!”

Bebeğin bakışlarında o kadar büyük huzur ve sakin değerli bir merak var ki; bütün hizmet kirliliğini, düşüncelerini yerle bir etti; her şey bebeğin masumiyetiyle yer değiştirdi…

 

 

 

 

 

 

 

YORUM ALANI

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.