
TEKİRDAĞ ÇİRKİN MİMARİDE ŞAMPİYON OLABİLİR
———————————————————————-
Namık Kemal Üniversitesini geziyoruz arkadaşlarla birlikte. Kalbimiz bir hoş oluyor; şehrimizin üniversitesi her geçen gün büyüyor diye.
Büyüklük; ilim, fen, mimari için yeterli mi? Değil! Yetmediği ortada. Lise düzeyine düşen üniversitelerimiz. Arkadaşlara fakülte binalarına bakmalarını söyledim. Ne görüyorsunuz? Kare, dikdörtgen binalar topluluğu…
Bitmek üzere olan Adliye Binası; devasa beton yığını; üstelik denizin tam da dibine dikilen bir korkunçluk! Oysa buraları, sosyal, kültürel mekânlara ait; tüm şehrimizin gelişimi, dönüşümü için kullanılması gerekirken…
Bitmiş olan Kaymakamlık binasına bakıyoruz; bizlere ne ifade ediyor, edecek diye bekliyoruz! Bir acayiplik var; bizlere ait bir mimari yok ortada. Bir bilinmezlik, ürkünçlük…
Mimar Sinan’ın konuşma imkânı olsaydı; Sultan Süleyman da yaşasaydı; kimbilir kaçını kovardı işten.
Büyük paralar harcanarak yapılan Olimpik Yüzme Havuzu, Atatürk Spor Salonu; hepsi şehir insanımız için önemli faaliyet alanları. Yapanlara büyük minneti borç biliyorum. Fakat mimarisi niçin öncü bir mekân olma özelliğine sahip değil?
Üstelik yapılan bu değerli binalar; devletimizi, milletimizi temsil ediyor. Hükümetin ilk fırsatta yaptığı bir şey var; yapılan eserleri Cumhuriyetin ilk dönemleriyle karşılaştırmak. Mimariyi, ilimi de karşılaştırsak; ortaya çıkacak gerçekleri bir öğrensek?
Çirkin yapılar; neredeyse bütün şehirleri yutuyor; yutacak. Sayın Cumhurbaşkanı bile bu konuda günah çıkartan bir önemle “ İstanbul’a ihanet ettik!” derken, kusurları, kusurlarımızı gözler önüne sermedi mi? Bütün bu tespitler boşuna mı gidecek?
Tekirdağ’ın öncü binaları yok. Mimari olarak insanları, o mekânları kullananları gönülden kendine çekecek; ruhu da olan binalar; belki de bizi, bize anlatan çirkin binaların kendi çirkinliğimizle yüzleşmemiz için devam etmesi gerekiyor…
TABELALAR ÇILDIRTIYOR
———————————————-
Şehrimiz Büyükşehir olmakla her şeyi çözecek, lambadan çıkan cin bizi 21.yüzyılın uygar kentleri arasına taşıyacak sandık!
Ne mümkün? Gayret gösteren bir sürü insanı saymazsak, neredeyse hiçbir şeyin düzenli istikrarlı olmadığını görüyorum. Yapılan yarın kırılsa, dökülse kimse bakmıyor. Kazı yapılıyor sokaklarda; patlaklar, çatlaklar, kaçak sular için. Kapatmak akıllarına bile gelmiyor…
Şimdi de tabela komedisi yaşanıyor. Ya olduğundan daha büyük, ya da daha küçük… Hoca Nasrettin’in söylediği gibi; “ Yok mu bunun ortası?” Sanırım yok…
Muratlı Caddesine sıkça girmemesi gereken araçlar; tırlar, kamyonlar giriyor. Neden? Muratlı Caddesinin girişinde “Tır Giremez” Tabelasının yeterli büyüklükte ve çoklukta olmaması! Bu kadar zor mu bu işler? Bu işlerin birimleri, yöneticileri neler yapıyor? Sıkılmıyorlar mı acaba?
Yine Muratlı Caddesi Devlet Hastanesi 1.Kısım giriş tabelası! Gereğinden fazla küçük! Birçok insan; özellikle hastaneyi bilmeyenler hastaneyi bulmak için araçlarıyla bulmaca çözer gibi adres arıyorlar.
Şehrimizin köklü, ciddi ve sistemli değişikliklere ihtiyacı var. Her birim işini; gerekirse 24 saat yapacak donanıma, bilgiye, takıma, insana sahip olmalı. Onca vergi, kaynak; bir bakıyorsunuz bir “hiç” uğruna yok ediliyor.
Hesap soran var mı? Yıllar sürüyor mahkemeler! Veya dokunma; yanarsın! Mesele, olup bittikten sonra; şehrimiz, insanımız kayıplara uğramadan önce tespit edilip önlem almakta. Gelişmiş şehirler, ülkeler ne yapıyor? Her şey gün gibi ortada…
Ciddiyet, takip, denetim ve istikrar…