
TEKİRDAĞ BÜYÜKŞEHİR ÖYKÜ YARIŞMASI
——————————————————
Bir Kadın Hikâyesi; hatta kadınlarımızın hikâyelerini anlatacak, yazacak kalemler, kendilerini sınamaları adına çok önemli bir yarışma daha başlamış durumda. Belki de bu öykü yarışması, şehir insanımızın da içinden edebi duyguları olan insanlarımızın ortaya çıkmaları için bir şans…
Konu kadın olunca; akan sular duruyor… Yıllarca; binlerce yıldan bu yana, en çok haksızlığa uğramış; kadınlarımız… Ne çok sebep var onları suçlamaya… Ne büyük gaddarlık, sıkıştırma ve bencillik…
Bu yarışma oldukça önemli dostlarım. İçimizde birikenleri, dolup taştığımız anları yeryüzüne çıkarma vakti. Her ne kadar bütün olup bitenler yeryüzünde oluyormuş gibi olsa da; edebiyatın gücü, güzelliği, onuru burada başka kanalları, kapıları aralar…
4 Ocak 2019 tarihine kadar herkes; yani, kadınlarımız bu yarışmaya katılabilirler. Yarışmanın detayları, şartları; Tekirdağ Büyükşehir Belediyesinin internet sitesinde mevcut… Kalemleri, duyguları ve edebi düşünceleri, düşleri bir araya getirip yoğurma vakti; başarılar diliyorum…
TEKİRDAĞ’DA VEBA GÜNLERİ
——————————————-
Albert Camus’un Veba isimli eseri oldukça etkileyici, tarihten alıntılarla insanın kanını donduracak kadar gerçekti.
Tarihi doğal bir yansıma sağanağı içinde sunan, öteden güne taşıyan edebi eserler yaratan yazarların ellerinden öpüyorum.
Bir tanesi de bizim şehrimiz; Tekirdağ’da 1700’lü yıllarda yaşayan Mikes Kelemen’dir. Mikes Kelemen’in eseri olmasaydı; yani, Türkiye Mektupları, şehrimizin geçmişinde ki sosyal, ekonomik, kültürel hayattan haberdar bile olmayacaktık.
Tartışılmaz bir güç; güzelliktir edebiyatın şehirlerden, kasabalardan; kısacası insan yaşamlarından alıp taşıdıkları edebi nehirler.
Bu kitabı okuyana kadar sanırdım ki VEBA denen büyük, korkunç, bulaşıcı hastalık sadece Fransa’ya, İtalya’ya özgü… Orada olur, orada öldürür insanları, diye düşünürdüm. Meğer1725 yılının yaz günleri; Tekirdağ’ı da kavuran bir veba salgını yaşanmış…
Kim bilir kaç ölüm, hüzün, korku yaşandı; şu an, can sıkıntısı, korno gürültüleri içinde yaşadığımız bu şehirde. Edebiyat böyle bir şey; sürekli hatırlatır; anlamak, öğrenmek, görgü ve bilgisini arttırmak isteyen kişiye; kişioğlu ve kızlarına…
Mikes Kelemen 7 Eylül 1925 tarihine, beyaz kâğıda ve geleceğe not olarak bıraktığı sözcüklerde sadece veba illeti değil; vatanlarından ayrı olmanın verdiği acıyı, sıkıntıyı, bıkkınlığı da yeryüzünden gökyüzüne haykırıyor.
Veba salgını yüzünden şehrin dışına; muhtemelen Yağcı sırtlarına kaçıp çadır kurduklarını, çadırlarda yaşamanın zorluklarını; “ Eridik, pelte olduk bu çadırlarda” diyerek, veba korkusu yüzünde çadır yaşamının zorluklarını anlatmaya çalışıyor.
Her ne kadar yazgıları şehrimize gelmeyi zorlamış olsa da, burada oldukça güvenli bir hayatları olmasına rağmen, bir sığıntı gibi olduklarını, ülke özleminin, insanın psikolojik yönden ne büyük bir özlem olduğunu, oldukça insanı bir şikâyet, isyan şeklinde dile getiriyor.
Tarihin, edebiyatın içinde bu tür şikâyetler, isyanlar o kadar çok ki! Oysa birçok yönden rahatlığın sınırlarını zorlayan tanıdıklarım; ülkemizin güvenli sayılıp sayılmama yönünden telaşa düşmüş durumda; hangi ülkeye göç edeceklerini düşünmekteler…
Göçlerin, kaçışların hiçbir çaresi yoktur; insanın ruhuna! İnsan, sevdiği şehir, ülkede yaşamanın hürriyeti, bütün zorluklarıyla birlikte hepimizin katkıları, yapacağı bir şeyler olması gerektiğini anlamak adına; tarihe düşülen bu değerli ibretsel notları okurken, daha bir ülke, şehir sevgisini anlamlı buluyorum.