Bu yazımda size, futbol dünyasının, daha doğrusu futbol spikerliğinin bir efsanesinden, Halit Kıvanç’tan, onun hayat hakkındaki görüş ve düşüncelerinden söz edeceğim.
Onu iki yıl önce kaybettik ama değerli görüşler ve düşünceler ölümsüzdür. Nitekim kendisi ölmüş olmasına rağmen bugün burada onun görüş ve düşüncelerinden söz edeceğiz.
Bir röportaj vesilesiyle tanışmıştım 2010 yılında. O günlerde 85 yaşındaydı.
Takvim yaşı buydu ama acaba ruh ve zihin yaşı kaçtı? Acaba o yaşta bile hâlâ çalışıyor, hem de birkaç işi birlikte götürüyor olmasını, yani haftada iki radyo, iki televizyon programı sunuyor olmasını, o bitmeyen enerjisini ve de çalışkanlığını neye borçluydu?
Bunu da sormuştum kendisine. Meğer dahası da varmış. Ses kaydından aktarıyorum:
“Sunuculuk da yapıyorum. Bazılarının hatırını kıramıyor, anma gecelerine, bazı törenlere ve politik olmayan programlara da gidiyorum.”
Şimdi gelin de şaşırmayın söylediklerine. 86 yaşına gelmiş ama 18 yaşındaki bir genç kadar çalışabiliyor.
O kadar sevecen, alçak gönüllü ve dost da bir insandı ki “Abi” diye hitap etmekten alamamıştım kendimi ve sormuştum:
“İyi ama, Halit Abi… Nasıl oluyor da bu yaşta, bu kadar çok çalışabiliyorsunuz? Bunu neye borçlusunuz?”
“Allah’a,” diye başlamıştı sözlerine ve eklemişti: “Din propagandası yapıyor demeyin ama, o konuda Allah’a güveniyorum. Bir yığın arızam var. Kalbime pil takıldı. Ameliyatlar da olduk. Buna rağmen her merak ettiğim şeyin peşinden koştum. Bir kere, yapamayacağıma inandığım, sevmediğim işi yapmadım.”
Evet, demek ki insan her zaman merak ettiği şeyin peşinden koşmalı, sevdiği işi yapmalıydı.
Devamla sordum:
“Çok iyi yaşlanmış bir insansınız. Bunu neye borçlusunuz?”
“Şimdi, bakın…” diye girdi bu kez söze. “İlkokuldan beri çalışırken kendime göre ilkeler edinmiştim. Nedir onlar? Hani, bugünün işini yarına bırakma derler ya, benimki de öyle. Bir şeyi sunmam istenmişse, hatta iki-üç gün peşpeşe yapacaksam, ondan önceki iki üç gün buzlu bir şey içmem. Alkol almam. Bir kere gençlerle yarışa girmem. Girmeyi de düşünmem. Herkes, yaşının gereğini yapmalı.”
Şimdi de çok hoş bir anısına kulak verelim:
“Bir zamanlar üniversiteli bir dansöz vardı,” diye başladı anlatmaya. “Güzel de dans ediyor. Ama gayet de açık giyimli dans ediyor. Seyirciler arasında bir de bakan var. Eğildi kulağıma; ‘Hakikaten üniversiteli mi?’ dedi. ‘Evet, efendim,’ dedim. ‘Peki, hangi üniversitede?’ diye sordu. ‘Efendim, gördüğünüz gibi, açık öğretimde,’ dedim.”
Birlikte bir güzel kahkaha attıktan sonra sormaya devam ettim:
“Dinlenme anlayışınız nedir, nasıl ve neler yaparak dinlenirsiniz?”
“Karımla anlaşamadığımız nokta orası,” diye başladı bu kez de söze ve şöyle devam etti: “Ona göre uzanacaksın koltuğa, keyif yapacaksın… Evet, televizyon seyrederek yahut bir şeyler okuyarak da dinleniyorum ama, ona göre ben yine yoruluyorum. Oysa bir kitap beni çok dinlendiriyor. Meselâ bugün Dalay Lama’nın bir kitabını okudum. Onu okurken de dinlendim.
Ve şaşılası bir şey daha söylüyor. “Benim dinlenmem,” diyor, “Kafamı dinlendirmem, yaptığım programı çekmişsem gelip bir başka konuda, bir başka hazırlığa daha başlamakla oluyor.”
“Zihninizi her an bir şeylerle meşgul ediyorsunuz yani?”
“Evet,” diyor. Meşgul ettiğim için de bu yaşta hâlâ haftada iki radyo, iki televizyon programı hazırlayıp sunuyorum.”
Her hâlinden de anlıyordum ki hayatla çok barışık bir insan. Bu kez bunu neye borçlu olduğunu soruyorum.
“Ben gördüğümden, sahip olduğumdan zevk alabilmek için kendimi buna hazır tutan bir insanım, diye başlıyor. “Çok basit bir şeyle de mutlu olabilirim ben. Taksiye bindiğimde şoför ‘Halit abi, nereye gidiyoruz?’ dediği zaman, benim için o yolculuk mutluluk içinde geçecek demektir. ‘Beni tanıdı’ diyorum”
Ve inanca getiriyor konuyu, diyor ki:
“Bir de bir şeye inanmazsanız yaşamak çok zor olur. ‘Allah’ım, çok güzel!. Şunu da başardım. İnşallah yarın da çok güzel olur!..’ dediğim zaman kendi kendime moral vermiş oluyorum. İnanç mühim. Ben insanın durup dururken yaratılmayacağına inanıyorum. Bizi bir kuvvet yaratmış. Adına Allah, Tanrı, İlâh demişiz. Ben ona inanıyor ve teşekkür ediyorum.”
İşte böyle. Size iki saate yakın süren röportajımızın çok kısa bir özetini yaptım. İki yıl önce aramızdan ayrıldığında 97 yaşındaydı. Hayata böyle bakabilen bir kimsenin bu kadar uzun bir ömür sürmesinde şaşılacak bir şey var mı?
Saygı ve rahmetle anıyorum.
_____________________________
MANTIK JİMNASTİĞİ
(Düşünmeyi Sevenler İçin)
“Ahmet Bey, Mehmet Beye hiçbir zaman kin ve nefret beslemedi. Biz ondan daha çok beslemişizdir.”
Mantıksızlık nerede?
Cevap gelecek yazımızda.
Geçen yazımızdaki cümle şöyleydi:
“Karadeniz gezimizde doğal kaynak suları içtik.”
Mantıksızlık nerede?
“Doğal kaynak suları” dersek “Doğal olmayan kaynak suları da” var demiş oluruz ki mantıksız olur.