
Diğer canlıların bir araya gelmesi, belli zamanlarda büyük topluluklar oluşturması bilinen canlı yasalarıyla izah edilebilinir. Göç zamanı, üreme zamanı ve içgüdüsel olarak yırtıcılara-avcılara karşı korunmak için birçok canlı-hayvan topluluğu birlikte yaşamayı tercih ediyorlar.
Bütün yasaları altüst eden bir tek canlı var; İNSAN… Bilinen canlı ihtiyaçlarının ötesinde bir yudum huzur, laflama ve dertleşme, belki de huzurun bir başka demini, rengini bulmak adına bilinçli ve gönüllü olarak bir araya geliriz.
Bu düşüncelerin enerjisi içinde ilk önce Ümit Başyazgan’a, sonra Ercan Duygu’ya ve daha sonra Emir Dırak öğretmenlerimi telefonla arayıp bir gün sonra birlikte olup olmayacağımızı sordum. Hepsinden olumlu yanıt alınca, bir gün sonraya, bir öğle vaktine; tarihin yüksek ağaç gölgeleriyle serinlemeye çalıştığı Tarihi Bedesten bölgesine gittik.
Bunaltıcı bir hava hâkim olsa da, insana ait buluşmaların heyecanını, yeniliğini, dönüşümünü bilen bir insan heyecanıyla hepimizden önce gelen Emin Dırak öğretmenimin elini sıktım. Biraz sonra Ümit Başyazgan ve Ercan Duygu gelince, tanıdık esnafın öğlen telaşı bitmiş, boş masalarından birine oturduk.
Ben hariç üç değerli insanın ortak noktaları öğretmen oluşlarıydı. Ercan Duygu ile Ümit Başyazgan’ın bir başka ortak sevdaları ise yazı sanatı; yazarlıktır… Birikimi, deneyimi ve derinliği olan insanlar hünerleri doğrultusunda durdurulamaz bir üretim heyecanı ve aşkı yaşarlar.
Oturduğumuz masaya oturan konulardan birisi de öğretmenlikti! Her mesleğin emekli olunca yalnızlığa karıştığı, kayboluşa yelken açtığı zamanımızda öğretmenlik mesleğinin emekli olunca da toplumun her daim içinde oluşu, kıpırtılarının, heyecanlarının ve öğretmenlik sanatına ait olan o onarıcı ve uyarıcı düşünce ve düşlerin bitmeyişi, bu mesleğin evrenselliğini de çok güzel anlatıyor…
Medeniyetlerin doğuşundan beri doğanın güçleri insanı yoğurup durdu. Kim bilir kaç milyon kez, insan denen canlının canını yakarak, onu evrim yolculuğuna hazırladı.
21.yüzyıl için her ne kadar uzay çağı yakıştırmaları yapılsa da, bir yandan da yalnızlık çağının başladığını da görmemiz, anlamaya çalışmamız gerekiyor. Bütün ihtiyaçları karşılanan insan şu düşe kapılıyor; “ Evet, ben kendi kendime yetiyorum. Ben güçlüyüm! Ben eşsizim! Ben kimseye boyun eğmem!”
Tam da burada yine öğreticilere, öğretmenlere ve yeni görgülere, bilgilere ihtiyacımız var. Niçin mi? Her şeyi karşılanan insanın can sıkıntısını, şımarıklığını geçirecek bir ilaç yok. Yapacağı çılgınlıklardan başka…
Nasıl ki insanoğlu binlerce yıl önce köklü değişimler geçirmeye başladıysa; yazı sanatıyla birlikte okul denen o büyük keşfi yaptıysa, bugünün uzay çağı denen yalnızlık çağında da, güncellenmiş okullara, öğretmenlere ihtiyacımız var. Her şeyi onaylayan, sürekli bize; “ aferin” yapan insanlar ne dostumuz, ne de arkadaşımız olabilir. Sadece, bize nazikçe ilerlediğimiz bataklıkta bol şanslar dilemekten başka bir şey yapmaz veya yapamazlar…
Antik dünyada üç öğretmen öne çıkar. Fikirleri ateşleyen, insanlığı okullara, okumaya ve düşünmeye davet eden üç öğretmen! Buda, Konfüçyüs ve Sokrates; onlara, düşünce ateşine sarılmış insanlar, nasıl minnettar kaldıysa, ben de davetimi kabul edip beni kırmayan üç öğretmen, üç öğreticiye bir Tekirdağ günü buluşması adına TEŞEKKÜRÜ borç biliyorum.
Ümit Başyazgan, Ercan Duygu ve Emin Dırak, sohbetiniz, neşeniz ve deneyimlerinizi; hızlı ve telaşlı akan zamana rağmen duraklatıp bir masaya, bir buluşmaya taşımanız değerliydi ve çok anlamlıydı…