
( Likyalılar: Işığın Çocukları )
Likya Uygarlığı ilgim, yıllar önce ulusal basında antik Likya Uygarlığı ile çıkan haberler sayesinde başladı. Bir İngiliz kadın, tarihe, antik Likya Uygarlığına vermiş olduğu önemi, bir yerde adanmış, çok zorlu uğraşlar verip emekler harcayarak mutlu sona ulaştığı üzerineydi gazete haberleri.
Dünyanın en iyi 10 yürüyüş yolu içerisine giren Likya antik dünyaları, yollarıyla tanışmam böyle başladı. Usul usul yürümeler, kimi gruplarla, kimi yalnız başına ve yürüdüğüm, doyumsuz, tanımlanamayan hissiyatın izah edilemez tarafı, ancak çok azını yazı sanatıyla aktarabilir, anlatabilirim…
Kurtuluş Savaşı Destanı yazan ve bir Cumhuriyet, bir ülkeyi, işgalden kurtaran liderin; kendi geçmişi ve diğer uygarlıklardan da esinlenerek, beslenerek ulusuna seslenişi vardır ya;
“ Ya İstiklal, Ya Ölüm! “ Boşu boşuna söylenmiş, laf ola beri gele sloganlardan birisi değildir. Bir bilinci, henüz sönmemiş ateşin közleri, antik diyarların ve kadim insanlığın rüzgârlarıyla alevlendirmektir de…
Bir yerde Likya Uygarlığı neredeyse 6 Bin yıl öte giden o muhteşem geçmişe, demokrasiye sahip uygarlığın ana felsefelerinden birisi de bizim Kurtuluş davamız, mücadelemizle kesişiyor gibi;
“ ve ışık insanları, esir olarak, karanlıkta yaşamaktansa, ateşin kavuran aydınlığında ölmeyi seçerler, hem de defalarca”
İstiklale inanmış bilinç, bir önder ve etrafındaki o büyük insanların uçsuz bucaksız düşüncelerinin biricik düşünceleri, esir yaşamaya alışmamış bir milletin hürriyeti, vatanı tehlikededir. Kuşatılmış, işgal edilmiş, başka milletlerin bayraklarıyla başkent İstanbul esaret, ihanet kokuyordur…
Likyalılar, ışığın çocukları, bizlere sadece antik yolları miras bırakmamış, tarihte bilinen ilk demokratik birliği kuran da Likyalılar olmuştur. Demokrasiyi, demokratik yasaları, hukuku, felsefeyi de bırakmışlardır. Miras çok büyük! Henüz tam olarak anlamış, yararlanmış değiliz…
Sanıyorum, başka ülkelere duyduğumuz bol makyajlı aşklar yüzünden kendi ülkemizin neredeyse sonsuza açılan antik dünyaları, onlardan geriye kalan büyük zenginlikten bir türlü faydalanamıyoruz… Ne acı bir kayıp, uyku, gaflet biçimi…
Bu büyük, zengin uygarlığı sonlandıran Persler olmuştur. Yıkıcı, işgal etme konusunda başarılı, diğer uygarlıkları yutan hiç doymayan uygarlıkların da başına gelen şey Pers uygarlığının da gelecek olması bir şeyi değiştirmez.
O ışık ülkesi, yakılır, yutulur, işgal edilir. Göklere ağıtlar yükselir;
“ Evlerimizi mezar yaptık. Mezarlarımızı da ev… Yakıp yıktılar yağmaladılar bizi. Biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğuruna, toplu ölümleri yeğleyen, bu toprağın insanları… Bir ateş bıraktık geriye, hiç sönmeyen ve sönmeyecek…”
Bir kez daha hatırlatmak isterim! Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih bilimine verdiği önemi, iyi anlamalıyız. Yaşadığımız toprakların, ülkemizin eşsizliğini, dağınık düşüncelerimize, günlük yapay çıkarlara kanarak kıymamalıyız…
Dünya tarihinin ilk birleşik cumhuriyetini kuran Likya’dan geriye sadece harabeler kalmadı. Özgürlüğün, ışığın, aydınlığa adanmış insanların ayak izleri, el marifetleri ve muhteşem öyküleri kaldı.
Hep derler ya ölmeden önce bilmem kaç şeyi yapacaksın! Hey gafletin eşsiz çocukları! Ölmeden önce kendi ülkenin, insanlık mirasları bırakan evlatlarını tanımak için yola çıksana! Oralara, onların ormanlarına, dağlarına yürü; kov içindeki karanlığı ve at üzerine sürekli binen, hiçbir değeri olmayan yükleri; kavuş öz ışığına ve ait olduğun, atalarının kanlarıyla, canlarıyla, düşleriyle suladıkları yurduna…
Bağımsızlık ve birlik bilinciyle bir araya gelen Likya Uygarlığı bizim topraklarımızdadır. Meclis binaları da Patara antik şehrinde; dünyanın ilk anayasası olarak bilinen yasaları yaptıkları yer, ortaya koydukları cesaret ve bilinci bir şeyler anlatmıyor mu? Anlatması için bilmek, dokunmak, anlamak gerekmez mi?